Hayatın Gerçeği
Bu yazıyı yazıp yazmamak konusunda çok tereddüt ettim. Bu satırları yazmanın bana çok acı vereceği kesin ama bir yandan da bununla yüzleşmem gerektiğini düşünüyorum.
Maalesef 29 Ocak 2015 tarihinde sevgili babamı kaybettik, ve ne kadar acı ki doğumgünü olan 1 Şubat’ta onu toprağa verdik. Bu yazıda bu kaybımla ilgili düşüncelerimi yazacağım, babamı anlattığım ayrı bir sayfayı buradan okuyabilirsiniz.
Son 1 yıldır akciğer kanserinden ötürü tedavi görmesine rağmen, belki de duygusal açıdan baktığımızdan, olacağını hiç tahmin etmediğimiz bu kötü sonu maalesef tecrübe etmek durumunda kaldık.
Öncelikle şunu söylemeliyim, eğer anne veya babanızı kaybetmediyseniz (umarım kaybetmemişsinizdir ve daha uzun yıllar birlikte yaşayabilirsiniz) böyle bir acıyı anlayabilmeniz mümkün değil, bu durumla empati yapılamaz. Yaşamayan bilmez sözü bu durum için kesinlikle geçerli.
Hissettiklerimi tarif etmek pek mümkün değil aslında ama deneyecek olsam benim için babamın kaybı her zaman arkamda hissettiğim güven kaynağımın yok olması diyebilirim. Yıllar boyu ondan bağımsız olmak, onun eline bakmamak, boyunduruğundan çıkmak ve büyüdüğünüzü özellikle de ona ispatlamak için çalışıp duruyorsunuz ama bir yandan da hayatta ne yapıyorsanız ondan onay ve takdir bekliyorsunuz. Bir anda bu makamın kaybolması rotanızı kaybetmenize neden oluyor. Artık deniz feneriniz yok, size ışık tutamayacak, ailenizin diğer üyeleri olsa da, artık koca okyanusta tek başına hissediyorsunuz. Çünkü artık sizi küçük bir çocuk olarak görecek başka bir erkek kalmadı… Çocuk kimliğiniz dışındaki tüm kimliklerinizde örneğin arkadaş kimliğinde ne kadar olgun, örneğin çalışan kimliğinizde ne kadar başarılı olursanız olun ebeveynlerinizin gözünde hep küçük bir çocuksunuz ve öyle de kalmak istiyorsunuz… Şükür annem hayatta (Allah ona uzun ve sağlıklı ömür versin) ve bu kimliği tamamen kaybetmedim ama büyük bir kısmı maalesef bu kayıpla elimden alındı. Bu, hayatın, istemeseniz bile size “Artık sen büyüdün!” demesi gibi bir şey. Bu yüzden bu zorlu deneyim insanı maalesef en olgunlaştıran acılardan biri.
Keşke hiç yaşanmasa diyebilsem ama ölüm maalesef bu hayatın gerçeği. Belki de tek gerçeği. Er ya da geç hepimiz öleceğiz, ve yaşarken de yakınlarımızı kaybedeceğiz. “Allah sıralı ölüm versin” klişesi olsa da, bizim acımızı babamın yaşamasındansa bizim bu acıya katlanmamız daha doğru. Evet çok daha zor, ama yine de daha doğru.
Bu acı olayın üzerinden 2 ay geçti, ve yaşamaya devam etmek zorundayız.. Bu acıyı unutmak da, O’nun yokluğuna alışmak da elbette mümkün değil. Sadece zamanla acı biraz daha katlanılır hale geliyor, ama en ufak bir olay bile bir anınızı tetikleyip gözyaşları içinde kalmanıza neden olabiliyor. Bu şekilde yaşamaya da alışacağız, alışmak zorundayız…
Babacığım, mekanın cennet olsun.. Zaten sen nerede olursan ol, bulunduğun yeri cennete çevirirsin…
Serkancığım,
O güzel insanla kısa bir karşılaşmayla da olsa, tanışma fırsatı bulmuştum. Eminim, “küçük oğlu (!)”nu hayattaki en önemli eseri olarak görüp, seninle hala müthiş gurur duymaya devam ediyor. Sen de “büyüdükçe” kendinde babandan ne çok parça bulacaksın… Işıklar ve huzur içinde olsun.
Acını anlıyorum, bununla yaşamaya alışmak çok zor, aylar geçtikçe arkandaki omuzun varlığını daha bir arar hale geliyorsun.. Burnunun sızısı hiç geçmiyor..
Herşeye rağmen, babanın seninle gurur duyduğunu biliyorsun.. Bu sana güç versin.. Güç versin ki, annene, abine bir omuz da sen ver… Bizler her zaman yanındayız, bir telefon mesafesindeyiz..
Off be abi sen yazıp yazmamakda terettüt etmişin, bende keşke okumasaydım diyorum Yüce Mevlam sabır versin